YANLIŞLIKLA YAPILMIŞ EFENDİM
Hani gazete ve internet sayfalarında rastlıyoruz bazen;” ülkem manzaraları” diye ilginç, anormal, asosyal, eksantrik, fantastik resimler olur ya! Hem güler, hem kafa sallarız, “hayret bir şey!” dercesine. Güldürürken düşündüren, “pes yani!” dedirten karikatür gibi görüntüler hep ilgimi çekerdi de, çoğuna foto hilesi derdim. Bundan böyle demeyeceğim. Neden mi? Bu gün benim de yazacağım şey, bizzat şahit olduğum işte öyle bir şey!
Eylül ayında Kuşadası’nda bir arkadaşıma gitmiştim. Güzelim Kuşadası’nın doğasını ve havasının güzelliğini anlatmaya kalkmayacağım. Hele insanının sıcaklığına ve de balığının lezzetine bayılmıştım. Balıkla çok arası olmayan ben, oradan geldiğimden beri balık yemek için fırsat kolluyorum. Bende tiryakilik yapan balık lezzetinden de bahsetmeyeceğim.
Ege ve Akdeniz kıyısındaki turistik yerlerimizdeki ahlaki çöküntüyü bilmeyenimiz yok ama benim gördüğümden başka yerde gören var mı bilmiyorum...
Şimdi sıkı dinleyin!
Misafir kaldığım ev, yazlık olarak kullanıldığı için interneti yoktu ve bir gün acil internet lazım olmuştu bana. Cadde sokak dolaşarak sora sora bir internet kafeye girmiş ve gerekli yazışmalar ve haberleşmelerimi bittikten sonra ücretimi ödeyip çıkarken bir lavabo sormuştum ilgiliden... Bana gösterilen arka bahçenin içinde, üzerinde “lavabo” yazan bir kapıdan girdimde gördüğüm, -eksantrik manzara- karşısında aptallaşmıştım. Gözlerime inanamıyordum. Çünkü genişçe bir odada tam altı tane yan yana dizilmiş klozetle karşılaşmıştım. Evet yanlış duymadınız. Aralarında ne bir paravan, ne de başka bir şey var. Apaçık altı kişilik bir tuvaletti burası. Oh ne güzel, seç beğen! Bay-bayan diye bir şey de yazmıyordu zaten. Allah Allah! Şaşırmıştım. Burası Avrupa mı desem, yok ya Avrupa olamaz. Turistlere hizmet için olabilir miydi? Bende turiste benzeyen bir taraf mı vardı yoksa! Öz be öz Türkçemle sormuştum "lavabo kullanabilir miyim?" diye... Peki, yerli turist için de ayrıca yapsalarmış. Hayır yok. Bir kapısıyla altı klozeti olan bir odaydı burası… Allahtan içerde kimse yoktu. Kapı kilidini kontrol ettim. Uyduruktan bir şey vardı neyse ki…
Düşündüm. Birkaç ay önce Sydney’deydim. Avustralya'nın epeyce şehrini gezme şansım da olmuştu. Orada var mıydı böyle bir şey diye hafızamı zorladım. Çünkü Sydney’in tuvalet haritasını çıkartacak durumdayım. Orada ziyaret etmediğim lavabo herhalde kalmamıştır diye düşünüyorum... Havaalanlarında Hong Kong-Singapur’u da düşünüyorum rastlamadım. Avrupa’da, Amerika’da yaşayan dostlarımızdan da duymadım. Türkiye’de de epeyce yer gezmiş olmama rağmen ne duymuştum ne de görmüştüm böyle bir şeyi… Bir tek Rusya’da varmış galiba buna benzer durumlar… Kendi kendime güldüm…”Ben çok görgüsüzüm galiba! Neden hiç bu kadar modernlikten haberdar olamadım? Rus kültürü içimize girmiş de, haberim olmamış, vay bee!” diye kendimi sorguladım...
Çıktığımda aptallaşmış bir yüz ifadesiyle, oranın sorumlusu olan bir hanıma:
- Afedersiniz! Aynı anda lavabo ihtiyacı olan müşterileriniz, buraya aynı anda birlikte mi giriyorlar? Bu ne saçma bir şey!
diye sorduğum protestolu sözüme karşı aldığım cevap ise hepsinden enteresandı:
- Yanlışlıkla böyle yapılmış efendim, idare ediyoruz işte!” demez mi?
Haydi ne derseniz deyin bunun üzerine! Pes yani!
Her şeyin yanlışlıkla yapıldığını duymuştum da, bir odaya altı klozet yapılma yanlışlığını duymamıştım…
Gören ve duyanınız var mı söylesin lütfen!
26.12.2010-ist- Asuman Soydan Atasayar
11 Ocak 2011 Salı
HAYRAN KALDIM KIRŞEHİRLİYE
İnsanı şair, toprağı şiir
Hayran kaldım sana Kırşehir…
6-7 Kasım 2010 tarihinde Ahiler ve Aşıklar Diyarı Kırşehir’imizde gerçekleştirilen Birinci Aşık Paşa Şiir Şölenine katılmış olmanın onur ve bahtiyarlığını yaşıyorum.
Organizasyonu gerçekleştiren sevgili arkadaşım Zübeyde Gökbulut’a verdiğim sözden sonra heyecanla bekliyordum bu günü…Sonbaharın son ayında olduğumuz için soğuklar baş göstermeye başlayınca “eyvah!” demiştim.”Hava muhalefetine uğrar da gönlümüzce şölenin tadını çıkaramazsak” diyerek havaların müsaadesini istemiştim kalben. Sabahın ilk ışıklarında buz gibi bir havada toprağının üzerine bembeyaz çiğ yağmış halde inmiştim Kırşehir’e…
Bir kısmını önceden tanıdığım ve bazısıyla da orada tanıştığım değerli dostların Grand Terme Hotel’deki kahvaltılarına eşlik ettikten sonra programımız başlamıştı. Kimler yoktu ki! Türkiye’nin dört bir yanından koşup gelen şiir ve edebiyat sevdalısı yüce yürekli insanların arasında olmak, her biri birer değerli şahsiyet olan katılımcılarla yakinen tanışmak güzel bir duyguydu benim için…
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum; her gittiğimiz şehirde Anadolu insanından elbette güzel ilgiler alıyorduk ama Kırşehir İnsanı bizi hayran bıraktırdı kendine. Ne de olsa Aşık Paşa, Dadaloğlu, Muharrem Ertaş-Neşet Ertaş, Şemsi Yastıman ve bunun gibi nice aşıkları bağrından çıkarmış bir diyar olmanın doğal sonucuydu. “Bu şehrin geninde var şiir” demekten kendimi alamadım. Üst düzey yönetim kadrosundan, halkına; öğretmeninden öğrencisine kadar şiir yürekliydi Kırşehir. Valisi, Belediye Başkanı,Milletvekili,Emniyet Müdürü, Kültür Müdürü,Müze Müdürü, devletin il ve ilçe teşkilatının her kademesinde görev yapanların biraz şair biraz şiir dostu olduklarını görünce mutluluğumuz doruğa ulaşmıştı.
İlk günümüzde bize tahsis edilen otobüsümüzle önce Kaman’da bizi davullarla karşılayan Abdallar Derneği Başkanı Mümtaz Boyacıoğlu Hocamızın konuğu olduk. Abdallar hakkında bizi aydınlatan güzel bir konuşmasından sonra çalan davullara eşlik ederek oynayan arkadaşlarımızı izleyerek hoşça vakit geçirdik.
Ardından Kaman’da bulunan Japon Bahçesini gezdik.. Bahçe oldukça bakımlıydı. Sonbahar renklerinden oluşan ağaçlar, hepimizin ilgisini çekti. İlahi bir fırça ile boyanmış olan ağaçlarda doğanın en güzel renkleri olan sarı,kırmızı,yeşil ve kahverenginin tonları hakimdi..Kayalar arasından çağlayarak dökülen kar sularının oluşturduğu göletin etrafında zevkli bir tur atıp resimler çekildikten sonra bahçenin içinde yer alan Kalehöyük Arkeoloji Müzesini gezdik. Bu müzenin Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü’nün çalışmaları sonucu oluştuğunu öğreniyoruz müze müdürü Adnan Güçlü Beyefendiden... Çıkarılan eski çanak çömlek gibi kalıntıların sergilerinden başka, müze içinde minyatür bir höyükle tanıştık . Bu maket höyükte geliştirilmiş olan mekanizma ile kronolojik sıraya göre tunç çağından günümüze kadar tarih dönemlerinin bıraktığı katmanlar hakkında bilgiler aldık.
Güzel bir gezintiden sonra Kaman Belediye Başkanlığınca verilen öğle yemeğinden sonra Kırşehir’imizde bir kültür gezisi yaptık. Aşık Paşa türbesi, Ahi Evran Camii, Cacabey Medresesi gibi tarihi yerleri gezerek pek değerli bilgiler kazandık. En başta Aşık Paşa’nın kim olduğu öğrendikçe utandım kendi adıma. Böyle bir değerimiz varmış da neden tanımadım, tanımadık? diye... Oysa dilimizi korumak için 1200-1300lü yıllarda yazdığı on iki bin beyitlik “Garipname” isimli eserin sahibi olan Aşık Paşa’yı her Türk’ün tanıması anlaması gerekirdi.
Hayranlıkla gezdiğimiz diğer bir eser de Cacabey Medresesi oldu. 1272 yılında Selçuklu Hükümdarı Kılıçarslan oğlu Keyhüsrev zamanında yapılan bu medrese, aynı zamanda dünyanın ilk gözlemeviymiş. Asıl dikkatimi çeken tarafı ise, medresenin dış köşelerine yerleştirilmiş köşe sütunlarıydı. Binanın üç dış köşesinde, duvara bitişik, alt tarafları değişik işlemeli füze maketleri vardı. Selçuklu Türkleri tarafından yapılan bu maket kuleler günümüzde kullanılan modern füzelerin uzaya fırlatılma anının görüntüsüne çok benziyordu. Herkesin görmesini dilerim.
Ekonomik ve sosyal hayatta toplum ve devlet ahlâkının gelişmesine katkısı büyük olan Ahilerin Piri Ahi Evran’ın Türbe ziyaretinden sonra otelimize dönüş, dinleniş ve ardından belediyenin sosyal tesislerinde valimizin otantik döşenmiş bir salonda verdiği yemeğin zevki bambaşkaydı. Valinin, milletvekilinin, emniyet müdürünün,kültür müdürünün şairlerle diz dize oturarak sımsıcak ortamda yenilen akşam yemeğinin ardından Kültür Merkezinde şiir gecemizi gerçekleştirdik.
Şiir gecesi deyip geçilmez. Bu gece çok özel bir geceydi bizim için. Protokolde yer alan Kırşehir Valisi Mehmet Ufuk Erden, Milletvekili Mikail Aslan, İl Emniyet Müdürü Osman Öztürk, İl Kültür Müdürü Fuat Dursun ve pek çok değerli şahsiyetlerin yanı sıra salonu hınca hınç dolduran Kırşehirli gençlerin coşkusu ve ilgisi unutulacak cinsten değildi. İstiklal Marşımızın okunmasıyla başlayan olağanüstü coşkulu yürek birlikteliği, program sonuna kadar kopmadan devam etti. Açılış konuşmasını yapan organizasyonu gerçekleştiren emekli öğretmen Zübeyde Hanım’ın anlamlı konuşması oldukça alkış aldı. Hele bir sunucumuz vardı ki; aynı zamanda halk müziği sanatçısı olan Abdullah Gündüz Bey; sempatik sunumuyla geceye damgasını vuranların başında geliyordu bence. Vali ve milletvekilimizin şiir okuyarak gerçekleştirdikleri anlamlı konuşmaların ardından birer tane kendi şiirlerini seslendiren şair arkadaşlarımızın biri birinden farksız, üstün nitelikte şiirlerini bütün salon nefesini tutarak izledi. Mustafa Firengiz Hocamızın o lâtif üslubuyla yaptığı konuşma ve “Çanakkale Destanı” gözlerden yaş getirtti. Vedat Fidanboy Hocamızın kendine has üslûbuyla “Dandini” şiiri tebessüm bıraktı yüzlerimizde. İlesam Başkanımız Mehmet Nuri Parmaksız Hocamızın gür ve net sesinden şiir dinlemek apayrı bir tattı. Hele de İlesam Kadın Kolları Başkanı İlter Yeşilay Hanım’ın “zeytinin tuzu gibi dudağımda kal biraz” demesi yok muydu o nazik ses tonuyla her şeye değerdi doğrusu. Hangi birini anlatayım. Dedim ya yoktu birbirinden farkı. Sıralamaya asla koyamayacağım değerde olan şairlerden; Ömer Celep, Emin Zeybek, Ahmet Eroğlu,Mustafa Ayvalı, Murat Duman, İsmet Bora Binatlı, Ali Baş, Duran Tamer, Şevki Dinçal, Hikmet Elitaş, Mustafa Turani, Pakize Altan, Ahmet Mahir Peşken, İsmail Adil Şahin, Seyit Kılıç, Sergül Vural, İbrahim Şaşma, Serdar Atabay inanılmaz bir performans sergileyerek ihya ettiler seyircileri. Benim de bayrağımıza hitap ettiğim”Anlatacak Söz Bulsam”isimli şiirimin öğrenciler tarafından beğenildiğini öğrendim ve çok mutlu oldum tabiî ki. Program arasında sazıyla katılan Neşet Ertaş’ın yeğeni olan ama ismin hatırlayamadığım mahalli sanatçıdan türküler dinledik. Program sonunda ise sunucumuz Abdullah Gündüz Bey’in o dehşet güzellikteki sesinden “Çökertmeden Çıktım da Halil’im” sesini duyan Mustafa Frengiz Hocamızın çökertme oynaması gecenin kalitesine kalite kattı. Aslen Kırşehirli olan Cemile Yücel’in harika sesinden “Gel Yanıma Gel Gel” diyen Neşet Ertaş türküsü dinledik. İnanılmaz güzellikte birer ses ve yorumdu ki, hem Abdullah Düzgün Bey’in hem de Cemile Yücel Hanımın ülke çapında tanınmamasına üzüldüm gerçekten. Bu sesleri tüm ülkemizin dinlemesini çok isterdim. Belki ilerde gerçekleşir bu dileğim.
Sahnede plâketlerin, katılım belgelerinin sahiplerini bulması ve hatıra fotoğrafları çekilmesiyle sona eren şiir gecesinin bir ayağı da tekrar gittiğimiz sosyal tesislerde devam etti. Gecenin ilerleyen saatlerinde yerli ozanların sundukları sazlı, sözlü, türkülü ve ikramlı bir aşıklar geçidi izledik.
Böyle bir gece yaşamanın zevkiyle otellerimize dönüp istirahatimize çekildikten sonra ertesi sabah, kahvaltıda buluştuğumuz dostlarımızla birlikte, toprağı konuşturan heykeltıraş Recep Dündar’ın kendine özgü eserlerini tanıtığı ofisine gittik. Her birimizin isimlerini üzerine yazarak bize armağan ettiği Kırşehir toprağından yapılmış mutluluk halkalarımız için teşekkür ettik. Kendisini uluslararası boyutta tanıtmayı başaran, her çalışmasının farklı bir hikayesi olan Recep Beyin anlatacak çok şeyi vardı ama Ankara yolcusu olan arkadaşların acele etmesiyle yarım kaldı sunumu. Benim aklım onun harika çalışmalarında kalmadı desem yalan olur.
Tarihi eser koleksiyonlarıyla evini müze ve bahçesini botanik bahçesi haline getirmiş olan araştırmacı- şair İbrahim Özdemir’in birikimlerini gezerken, Türkiye’nin en genç belediye başkanı özelliğine sahip olan Kırşehir Belediye Başkanı Yaşar Bahçeci Beyefendinin aramıza katılarak ayak üstü sohbetleri kayda değerdi.
Kültür Müdürü ve Müze Müdürünün refakatiyle Mucur’da yer altı şehrini gezip bilgiler aldık. Ardından eski bir milli futbolcu olan Necdet Özbay’ın villasında öğle yemeği yedik. Necdet Özbay’ın Amerikalı olan eşiyle birlikte bize evlerinin bahçesini gezdirdiler. Güneşin pırıl pırıl tepemizde parlaması bahçe zevkini artırmıştı. Ayak üstü bazı arkadaşların şiir ve şarkı sunumlarının ardından bir grup arkadaşımız vedalaşarak ayrıldılar bizden..
“Başlar ve biter böyle mutluluğun tarihi” demiştim bir şiirimde…aynen öyle mutlu geçen iki günün ardından ayrılık saatiyle de hem hal olduktan sonra Zübeyde ve Uğur Gökbulut dostlarımın sağ olsunlar misafirperver ısrarlarıyla bir gece daha kalmaya karar verdim. O güzel yürekli dostun “bari sen kal da hemen yalnız kalıp boşluğa düşmeyelim” demesi dost yüreğinin yansımasıydı. İki günün kritiğini yaparak geçirdiğimiz gecenin ardından Uğur Beyin isteğiyle programda olup da yetiştirilemeyen Kırşehir Kale’sini gezme şansım oldu.
Onlardan ayrılıp İstanbul yoluna revan olunca uzun uzun düşündüm. Ne efsunlu şeysin ey şiir dedim kendi kendime. Böyle yüreklerle iç içe olmamızı sağlayan bize bu fırsatı veren şiir değimliydi? Hangi para gücüyle satın alınabilir ki böyle bir mutluluk.?
Organizasyonu el ele, gönül gönüle vererek özveriyle şiire, şaire ve ülkesine hizmet için çırpınan iki yüreğin; Zübeyde Gökbulut ve Uğur Gökbulut çiftinin gerçekleştirecekleri organizasyonun başarılı olacağından adım gibi emindim zaten.
Programın asıl kahramanı olan perde arkasındaki o değerli insandan söz etmeden geçmeyeceğim. Sağlık sorunlarına rağmen karısının sağ kolu, yüreği gibi çalışarak organizasyonun maddi manevi asıl yükünü taşıyan ama asla öne çıkmayan bir yürek insandı o…örnek bir Türk erkeği, hakiki kardeş, hakiki vatan evladı o… Uğur Gökbulut Öğretmenim gibi mümtaz bir şahsiyete sahip olduğu için Kırşehir insanı çok şanslı. Onları tanıdığım için ben de çok şanslıyım…Her ikisine nice sağlıklı ömür dilerken bu programa emeği geçen herkese en içten teşekkürlerimi ve dualarımı gönderiyorum. Daha niceleri nasip olsun diliyorum.
ZÜBEYDE GÖKBULUT
Bir yürek var ki onda, sanki coşkun bir nehir
Dosta örnek ver dense ilk aklıma o gelir
Bu kalemle yüreğin, tanınması gerekir
Onda farklı bir yön var, anlamalı Kırşehir
Yalnız çocuğa değil büyüğe de öğretmen
Gönlündeki meşale ışıldıyor gözünden
Vatan,millet Sakarya; dirliğe çağrı onda
Kefilim yüreğine, hilaf çıkmaz sözünden
Gönlünü alçalttıkça kemale değer eli
Engine yelken açmış gidiyor yâli yâli
Yalnız vatana değil insana da sevdalı
Kalemiyle yüreği coşkun şelale sanki
Güzel olan ne varsa, derlemektir amacı
“Bir yürek insan” diye, dileği deler arşı!
Güven,umut,güler yüz gerçek yüzünde saklı
Her şey gönlünce olsun, Gülhani- Gelin Bacı
Asuman Soydan Atasayar-İstanbul
İnsanı şair, toprağı şiir
Hayran kaldım sana Kırşehir…
6-7 Kasım 2010 tarihinde Ahiler ve Aşıklar Diyarı Kırşehir’imizde gerçekleştirilen Birinci Aşık Paşa Şiir Şölenine katılmış olmanın onur ve bahtiyarlığını yaşıyorum.
Organizasyonu gerçekleştiren sevgili arkadaşım Zübeyde Gökbulut’a verdiğim sözden sonra heyecanla bekliyordum bu günü…Sonbaharın son ayında olduğumuz için soğuklar baş göstermeye başlayınca “eyvah!” demiştim.”Hava muhalefetine uğrar da gönlümüzce şölenin tadını çıkaramazsak” diyerek havaların müsaadesini istemiştim kalben. Sabahın ilk ışıklarında buz gibi bir havada toprağının üzerine bembeyaz çiğ yağmış halde inmiştim Kırşehir’e…
Bir kısmını önceden tanıdığım ve bazısıyla da orada tanıştığım değerli dostların Grand Terme Hotel’deki kahvaltılarına eşlik ettikten sonra programımız başlamıştı. Kimler yoktu ki! Türkiye’nin dört bir yanından koşup gelen şiir ve edebiyat sevdalısı yüce yürekli insanların arasında olmak, her biri birer değerli şahsiyet olan katılımcılarla yakinen tanışmak güzel bir duyguydu benim için…
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum; her gittiğimiz şehirde Anadolu insanından elbette güzel ilgiler alıyorduk ama Kırşehir İnsanı bizi hayran bıraktırdı kendine. Ne de olsa Aşık Paşa, Dadaloğlu, Muharrem Ertaş-Neşet Ertaş, Şemsi Yastıman ve bunun gibi nice aşıkları bağrından çıkarmış bir diyar olmanın doğal sonucuydu. “Bu şehrin geninde var şiir” demekten kendimi alamadım. Üst düzey yönetim kadrosundan, halkına; öğretmeninden öğrencisine kadar şiir yürekliydi Kırşehir. Valisi, Belediye Başkanı,Milletvekili,Emniyet Müdürü, Kültür Müdürü,Müze Müdürü, devletin il ve ilçe teşkilatının her kademesinde görev yapanların biraz şair biraz şiir dostu olduklarını görünce mutluluğumuz doruğa ulaşmıştı.
İlk günümüzde bize tahsis edilen otobüsümüzle önce Kaman’da bizi davullarla karşılayan Abdallar Derneği Başkanı Mümtaz Boyacıoğlu Hocamızın konuğu olduk. Abdallar hakkında bizi aydınlatan güzel bir konuşmasından sonra çalan davullara eşlik ederek oynayan arkadaşlarımızı izleyerek hoşça vakit geçirdik.
Ardından Kaman’da bulunan Japon Bahçesini gezdik.. Bahçe oldukça bakımlıydı. Sonbahar renklerinden oluşan ağaçlar, hepimizin ilgisini çekti. İlahi bir fırça ile boyanmış olan ağaçlarda doğanın en güzel renkleri olan sarı,kırmızı,yeşil ve kahverenginin tonları hakimdi..Kayalar arasından çağlayarak dökülen kar sularının oluşturduğu göletin etrafında zevkli bir tur atıp resimler çekildikten sonra bahçenin içinde yer alan Kalehöyük Arkeoloji Müzesini gezdik. Bu müzenin Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü’nün çalışmaları sonucu oluştuğunu öğreniyoruz müze müdürü Adnan Güçlü Beyefendiden... Çıkarılan eski çanak çömlek gibi kalıntıların sergilerinden başka, müze içinde minyatür bir höyükle tanıştık . Bu maket höyükte geliştirilmiş olan mekanizma ile kronolojik sıraya göre tunç çağından günümüze kadar tarih dönemlerinin bıraktığı katmanlar hakkında bilgiler aldık.
Güzel bir gezintiden sonra Kaman Belediye Başkanlığınca verilen öğle yemeğinden sonra Kırşehir’imizde bir kültür gezisi yaptık. Aşık Paşa türbesi, Ahi Evran Camii, Cacabey Medresesi gibi tarihi yerleri gezerek pek değerli bilgiler kazandık. En başta Aşık Paşa’nın kim olduğu öğrendikçe utandım kendi adıma. Böyle bir değerimiz varmış da neden tanımadım, tanımadık? diye... Oysa dilimizi korumak için 1200-1300lü yıllarda yazdığı on iki bin beyitlik “Garipname” isimli eserin sahibi olan Aşık Paşa’yı her Türk’ün tanıması anlaması gerekirdi.
Hayranlıkla gezdiğimiz diğer bir eser de Cacabey Medresesi oldu. 1272 yılında Selçuklu Hükümdarı Kılıçarslan oğlu Keyhüsrev zamanında yapılan bu medrese, aynı zamanda dünyanın ilk gözlemeviymiş. Asıl dikkatimi çeken tarafı ise, medresenin dış köşelerine yerleştirilmiş köşe sütunlarıydı. Binanın üç dış köşesinde, duvara bitişik, alt tarafları değişik işlemeli füze maketleri vardı. Selçuklu Türkleri tarafından yapılan bu maket kuleler günümüzde kullanılan modern füzelerin uzaya fırlatılma anının görüntüsüne çok benziyordu. Herkesin görmesini dilerim.
Ekonomik ve sosyal hayatta toplum ve devlet ahlâkının gelişmesine katkısı büyük olan Ahilerin Piri Ahi Evran’ın Türbe ziyaretinden sonra otelimize dönüş, dinleniş ve ardından belediyenin sosyal tesislerinde valimizin otantik döşenmiş bir salonda verdiği yemeğin zevki bambaşkaydı. Valinin, milletvekilinin, emniyet müdürünün,kültür müdürünün şairlerle diz dize oturarak sımsıcak ortamda yenilen akşam yemeğinin ardından Kültür Merkezinde şiir gecemizi gerçekleştirdik.
Şiir gecesi deyip geçilmez. Bu gece çok özel bir geceydi bizim için. Protokolde yer alan Kırşehir Valisi Mehmet Ufuk Erden, Milletvekili Mikail Aslan, İl Emniyet Müdürü Osman Öztürk, İl Kültür Müdürü Fuat Dursun ve pek çok değerli şahsiyetlerin yanı sıra salonu hınca hınç dolduran Kırşehirli gençlerin coşkusu ve ilgisi unutulacak cinsten değildi. İstiklal Marşımızın okunmasıyla başlayan olağanüstü coşkulu yürek birlikteliği, program sonuna kadar kopmadan devam etti. Açılış konuşmasını yapan organizasyonu gerçekleştiren emekli öğretmen Zübeyde Hanım’ın anlamlı konuşması oldukça alkış aldı. Hele bir sunucumuz vardı ki; aynı zamanda halk müziği sanatçısı olan Abdullah Gündüz Bey; sempatik sunumuyla geceye damgasını vuranların başında geliyordu bence. Vali ve milletvekilimizin şiir okuyarak gerçekleştirdikleri anlamlı konuşmaların ardından birer tane kendi şiirlerini seslendiren şair arkadaşlarımızın biri birinden farksız, üstün nitelikte şiirlerini bütün salon nefesini tutarak izledi. Mustafa Firengiz Hocamızın o lâtif üslubuyla yaptığı konuşma ve “Çanakkale Destanı” gözlerden yaş getirtti. Vedat Fidanboy Hocamızın kendine has üslûbuyla “Dandini” şiiri tebessüm bıraktı yüzlerimizde. İlesam Başkanımız Mehmet Nuri Parmaksız Hocamızın gür ve net sesinden şiir dinlemek apayrı bir tattı. Hele de İlesam Kadın Kolları Başkanı İlter Yeşilay Hanım’ın “zeytinin tuzu gibi dudağımda kal biraz” demesi yok muydu o nazik ses tonuyla her şeye değerdi doğrusu. Hangi birini anlatayım. Dedim ya yoktu birbirinden farkı. Sıralamaya asla koyamayacağım değerde olan şairlerden; Ömer Celep, Emin Zeybek, Ahmet Eroğlu,Mustafa Ayvalı, Murat Duman, İsmet Bora Binatlı, Ali Baş, Duran Tamer, Şevki Dinçal, Hikmet Elitaş, Mustafa Turani, Pakize Altan, Ahmet Mahir Peşken, İsmail Adil Şahin, Seyit Kılıç, Sergül Vural, İbrahim Şaşma, Serdar Atabay inanılmaz bir performans sergileyerek ihya ettiler seyircileri. Benim de bayrağımıza hitap ettiğim”Anlatacak Söz Bulsam”isimli şiirimin öğrenciler tarafından beğenildiğini öğrendim ve çok mutlu oldum tabiî ki. Program arasında sazıyla katılan Neşet Ertaş’ın yeğeni olan ama ismin hatırlayamadığım mahalli sanatçıdan türküler dinledik. Program sonunda ise sunucumuz Abdullah Gündüz Bey’in o dehşet güzellikteki sesinden “Çökertmeden Çıktım da Halil’im” sesini duyan Mustafa Frengiz Hocamızın çökertme oynaması gecenin kalitesine kalite kattı. Aslen Kırşehirli olan Cemile Yücel’in harika sesinden “Gel Yanıma Gel Gel” diyen Neşet Ertaş türküsü dinledik. İnanılmaz güzellikte birer ses ve yorumdu ki, hem Abdullah Düzgün Bey’in hem de Cemile Yücel Hanımın ülke çapında tanınmamasına üzüldüm gerçekten. Bu sesleri tüm ülkemizin dinlemesini çok isterdim. Belki ilerde gerçekleşir bu dileğim.
Sahnede plâketlerin, katılım belgelerinin sahiplerini bulması ve hatıra fotoğrafları çekilmesiyle sona eren şiir gecesinin bir ayağı da tekrar gittiğimiz sosyal tesislerde devam etti. Gecenin ilerleyen saatlerinde yerli ozanların sundukları sazlı, sözlü, türkülü ve ikramlı bir aşıklar geçidi izledik.
Böyle bir gece yaşamanın zevkiyle otellerimize dönüp istirahatimize çekildikten sonra ertesi sabah, kahvaltıda buluştuğumuz dostlarımızla birlikte, toprağı konuşturan heykeltıraş Recep Dündar’ın kendine özgü eserlerini tanıtığı ofisine gittik. Her birimizin isimlerini üzerine yazarak bize armağan ettiği Kırşehir toprağından yapılmış mutluluk halkalarımız için teşekkür ettik. Kendisini uluslararası boyutta tanıtmayı başaran, her çalışmasının farklı bir hikayesi olan Recep Beyin anlatacak çok şeyi vardı ama Ankara yolcusu olan arkadaşların acele etmesiyle yarım kaldı sunumu. Benim aklım onun harika çalışmalarında kalmadı desem yalan olur.
Tarihi eser koleksiyonlarıyla evini müze ve bahçesini botanik bahçesi haline getirmiş olan araştırmacı- şair İbrahim Özdemir’in birikimlerini gezerken, Türkiye’nin en genç belediye başkanı özelliğine sahip olan Kırşehir Belediye Başkanı Yaşar Bahçeci Beyefendinin aramıza katılarak ayak üstü sohbetleri kayda değerdi.
Kültür Müdürü ve Müze Müdürünün refakatiyle Mucur’da yer altı şehrini gezip bilgiler aldık. Ardından eski bir milli futbolcu olan Necdet Özbay’ın villasında öğle yemeği yedik. Necdet Özbay’ın Amerikalı olan eşiyle birlikte bize evlerinin bahçesini gezdirdiler. Güneşin pırıl pırıl tepemizde parlaması bahçe zevkini artırmıştı. Ayak üstü bazı arkadaşların şiir ve şarkı sunumlarının ardından bir grup arkadaşımız vedalaşarak ayrıldılar bizden..
“Başlar ve biter böyle mutluluğun tarihi” demiştim bir şiirimde…aynen öyle mutlu geçen iki günün ardından ayrılık saatiyle de hem hal olduktan sonra Zübeyde ve Uğur Gökbulut dostlarımın sağ olsunlar misafirperver ısrarlarıyla bir gece daha kalmaya karar verdim. O güzel yürekli dostun “bari sen kal da hemen yalnız kalıp boşluğa düşmeyelim” demesi dost yüreğinin yansımasıydı. İki günün kritiğini yaparak geçirdiğimiz gecenin ardından Uğur Beyin isteğiyle programda olup da yetiştirilemeyen Kırşehir Kale’sini gezme şansım oldu.
Onlardan ayrılıp İstanbul yoluna revan olunca uzun uzun düşündüm. Ne efsunlu şeysin ey şiir dedim kendi kendime. Böyle yüreklerle iç içe olmamızı sağlayan bize bu fırsatı veren şiir değimliydi? Hangi para gücüyle satın alınabilir ki böyle bir mutluluk.?
Organizasyonu el ele, gönül gönüle vererek özveriyle şiire, şaire ve ülkesine hizmet için çırpınan iki yüreğin; Zübeyde Gökbulut ve Uğur Gökbulut çiftinin gerçekleştirecekleri organizasyonun başarılı olacağından adım gibi emindim zaten.
Programın asıl kahramanı olan perde arkasındaki o değerli insandan söz etmeden geçmeyeceğim. Sağlık sorunlarına rağmen karısının sağ kolu, yüreği gibi çalışarak organizasyonun maddi manevi asıl yükünü taşıyan ama asla öne çıkmayan bir yürek insandı o…örnek bir Türk erkeği, hakiki kardeş, hakiki vatan evladı o… Uğur Gökbulut Öğretmenim gibi mümtaz bir şahsiyete sahip olduğu için Kırşehir insanı çok şanslı. Onları tanıdığım için ben de çok şanslıyım…Her ikisine nice sağlıklı ömür dilerken bu programa emeği geçen herkese en içten teşekkürlerimi ve dualarımı gönderiyorum. Daha niceleri nasip olsun diliyorum.
ZÜBEYDE GÖKBULUT
Bir yürek var ki onda, sanki coşkun bir nehir
Dosta örnek ver dense ilk aklıma o gelir
Bu kalemle yüreğin, tanınması gerekir
Onda farklı bir yön var, anlamalı Kırşehir
Yalnız çocuğa değil büyüğe de öğretmen
Gönlündeki meşale ışıldıyor gözünden
Vatan,millet Sakarya; dirliğe çağrı onda
Kefilim yüreğine, hilaf çıkmaz sözünden
Gönlünü alçalttıkça kemale değer eli
Engine yelken açmış gidiyor yâli yâli
Yalnız vatana değil insana da sevdalı
Kalemiyle yüreği coşkun şelale sanki
Güzel olan ne varsa, derlemektir amacı
“Bir yürek insan” diye, dileği deler arşı!
Güven,umut,güler yüz gerçek yüzünde saklı
Her şey gönlünce olsun, Gülhani- Gelin Bacı
Asuman Soydan Atasayar-İstanbul
YAĞMUR VE GÖZLERİMDEKİ NEMLER
Sabah uyandığımda cama vuran yağmur damlalarının tınısı, hüzünlü bir bestenin notası gibi titretir yüreğimi her nedense?
Hava karanlıktır zaten… Sabah hayli ilerlemiş olsa da güneş ışıklarının bulut arkasına saklanmasıyla sabah olduğunu fark edemeyiz bile saatler olmasa. Bazen 'saat mı durmuş? 'diye çalışıp çalışmadığına bakarız. Başka bir şahit saat ararız inanmak için. Halbuki sabah gelmiş de geçiyor bile…
İçimi bir hoş eder, ah! yağmurlu geceler
Gözyaşına müptelâ, vurgun yemiş heceler
Şarkı, türkü çağırıp, dilimdeyken besteler
Heveslenir akmaya, gözlerimdeki nemler...
'Bulutlu havalardan sıkılırım hiç sevmem.' diyenlerin aksine benim içimde ise hüzünlü bir umut şarkısı yükselir ılgıt ılgıt. Hüznün içinde garip bir sürur duyarım. Gözü yaşlı tebessüm gibi.
Tohumundan çatlayıp çıkmaya çalışan koskoca bir ağacın oluşum hamleleri gibidir o kapkaranlık yağmurlu havalar. Kabul olmuş hangi duanın ayak sesidir kim bilir?
Penceremde vuruşan tıpır tıpır o sesler
Udun telinde hasret; hüzzam besteli hisler
Dünüm koynunda saklı vuslatı çalan sisler
Heveslidir akmaya, gözlerimdeki nemler
Pencereden birisini bekler gibi damlaları takibe dalarım kendimden geçip. Bulut kümelerinden şekiller çıkartırken dışarıdan duyulan ritimli vuruşların sesiyle bilemediğim bir yerlere uçarım adeta her sabah yağmurunda… Ve kendi kendime konuşup şarkı söylerken, yüreğime damlayan duyguların oluşturduğu uyumlu sözcüklerden oluşan söz öbeklerini hazine avcısı gibi yakalayıp bir kâğıt üzerine kaydedince rahatlarım. Hüznümün gıdası olan o rahmet damlaları, iyi bir yöneticidirler. Çünkü; dağarcığımdaki kelimeleri ahenkli bir hizaya sokarak dans ettirmeyi beceriyorlar.
Yağmurlara karışır ağladığım cümleler
Gözyaşıyla yarışır şu uçuşan perdeler
Beni benden almaya damla damla taneler
Sevdalıdır akmaya gözlerimdeki nemler
Hani hepimizin zulasında mutlaka mücevher gibi sakladığımız duygularımız, hasretlerimiz, düşüncelerimiz vardır kimsenin bilmediği. Kendimizin bile unuttuğu. İşte onlar, yağmurlu günleri fırsat bilerek su kabarcıklarının yeryüzüne çıkışı gibi ruhumdan bedenime doğru çıkarak yüzümün mimiklerini değiştiriyorlar sanki. Her damlanın cama vuruşu saklı duran gizli hazineyi kabuğundan çatlatıyor ve bazen gözyaşı bazen şiir, bazen tuvale yansıyan resim olarak iz bırakıyorlar dış dünyamda.
Yağmurlu havalarda içime doluşan hislerimle barışık yaşamak istedim hep. Hüzünlenmeyi sevdim, içlenmeyi sevdim. Onları sevmek ve karanlığına katlanmayı zevke dönüştürmek istedim. Çünkü biliyorum ki, kara bulutların arkasında göz kamaştıran ışıklar beklemededir; bilirim ve inanırım yürekten…
Her dibe vuruşun mutlaka yüzeye çıkışı da olacaktır. Tersi olmayan hiçbir şeyin düzü de olamaz zaten.
Karanlığı yakıyor, her damlada şuleler
Ay bulutta saklı, gizleniyor haleler
Göklerde mi bende mi, çağlayan şelaleler?
Sevdalıdır yağmaya gözlerimde ki nemler
Sevdiği bir gıdadır hüznümü yağmur besler
Kucağında uyutur ninni söyler o sesler
Alıp götürür beni kaf dağından nefesler
Meyillidir yağmaya gözlerimdeki nemler…
GÖZLERİMDEKİ NEMLER- ASUMAN SOYDAN ATASAYAR
Sabah uyandığımda cama vuran yağmur damlalarının tınısı, hüzünlü bir bestenin notası gibi titretir yüreğimi her nedense?
Hava karanlıktır zaten… Sabah hayli ilerlemiş olsa da güneş ışıklarının bulut arkasına saklanmasıyla sabah olduğunu fark edemeyiz bile saatler olmasa. Bazen 'saat mı durmuş? 'diye çalışıp çalışmadığına bakarız. Başka bir şahit saat ararız inanmak için. Halbuki sabah gelmiş de geçiyor bile…
İçimi bir hoş eder, ah! yağmurlu geceler
Gözyaşına müptelâ, vurgun yemiş heceler
Şarkı, türkü çağırıp, dilimdeyken besteler
Heveslenir akmaya, gözlerimdeki nemler...
'Bulutlu havalardan sıkılırım hiç sevmem.' diyenlerin aksine benim içimde ise hüzünlü bir umut şarkısı yükselir ılgıt ılgıt. Hüznün içinde garip bir sürur duyarım. Gözü yaşlı tebessüm gibi.
Tohumundan çatlayıp çıkmaya çalışan koskoca bir ağacın oluşum hamleleri gibidir o kapkaranlık yağmurlu havalar. Kabul olmuş hangi duanın ayak sesidir kim bilir?
Penceremde vuruşan tıpır tıpır o sesler
Udun telinde hasret; hüzzam besteli hisler
Dünüm koynunda saklı vuslatı çalan sisler
Heveslidir akmaya, gözlerimdeki nemler
Pencereden birisini bekler gibi damlaları takibe dalarım kendimden geçip. Bulut kümelerinden şekiller çıkartırken dışarıdan duyulan ritimli vuruşların sesiyle bilemediğim bir yerlere uçarım adeta her sabah yağmurunda… Ve kendi kendime konuşup şarkı söylerken, yüreğime damlayan duyguların oluşturduğu uyumlu sözcüklerden oluşan söz öbeklerini hazine avcısı gibi yakalayıp bir kâğıt üzerine kaydedince rahatlarım. Hüznümün gıdası olan o rahmet damlaları, iyi bir yöneticidirler. Çünkü; dağarcığımdaki kelimeleri ahenkli bir hizaya sokarak dans ettirmeyi beceriyorlar.
Yağmurlara karışır ağladığım cümleler
Gözyaşıyla yarışır şu uçuşan perdeler
Beni benden almaya damla damla taneler
Sevdalıdır akmaya gözlerimdeki nemler
Hani hepimizin zulasında mutlaka mücevher gibi sakladığımız duygularımız, hasretlerimiz, düşüncelerimiz vardır kimsenin bilmediği. Kendimizin bile unuttuğu. İşte onlar, yağmurlu günleri fırsat bilerek su kabarcıklarının yeryüzüne çıkışı gibi ruhumdan bedenime doğru çıkarak yüzümün mimiklerini değiştiriyorlar sanki. Her damlanın cama vuruşu saklı duran gizli hazineyi kabuğundan çatlatıyor ve bazen gözyaşı bazen şiir, bazen tuvale yansıyan resim olarak iz bırakıyorlar dış dünyamda.
Yağmurlu havalarda içime doluşan hislerimle barışık yaşamak istedim hep. Hüzünlenmeyi sevdim, içlenmeyi sevdim. Onları sevmek ve karanlığına katlanmayı zevke dönüştürmek istedim. Çünkü biliyorum ki, kara bulutların arkasında göz kamaştıran ışıklar beklemededir; bilirim ve inanırım yürekten…
Her dibe vuruşun mutlaka yüzeye çıkışı da olacaktır. Tersi olmayan hiçbir şeyin düzü de olamaz zaten.
Karanlığı yakıyor, her damlada şuleler
Ay bulutta saklı, gizleniyor haleler
Göklerde mi bende mi, çağlayan şelaleler?
Sevdalıdır yağmaya gözlerimde ki nemler
Sevdiği bir gıdadır hüznümü yağmur besler
Kucağında uyutur ninni söyler o sesler
Alıp götürür beni kaf dağından nefesler
Meyillidir yağmaya gözlerimdeki nemler…
GÖZLERİMDEKİ NEMLER- ASUMAN SOYDAN ATASAYAR
25 Ekim 2010 Pazartesi
VURDUM GÖZÜNDEN TURNAYI
VURDUM GÖZÜNDEN TURNAYI
‘Söz gümüşse sükut altındır’ düsturuyla pek çok düşünceler, yaşanmışlıklar, sırra kadem basıyor, toprak oluyor susmalarımız yüzünden.
Çelişki dolu özlüsözlerle ne yapacağımı şaşırarak, çakılıp kalıyorum yerime .”Susma susarsan sıra sana gelecek!” sözü ne peki?
Hangisi doğru Allahım?
Orta yol “peygamber yolu” diyor ama hep kenarlarda geziyoruz nedense? Birisi “sus” derken öteki “konuş” diyor. Birisi “ağla” derken öteki “gül” diyor. Birisi “sırrını verme dostuna ,dostunun dostu” vardır derken diğer biri ; “herkesi dost bil,herkesi arkadaş, sorunların kalmasın içinde,herkesle paylaş”diyor.
Konuşursan gıybet yaparsın
Konuşmazsan enayi veya aptal zannedilirsin.
Konuşursan çenesiz olabilirsin
Konuşmazsan zavallı olabilirsin.
Ne zaman susmalı,ne zaman konuşmalıyız? Bunu bilmediğimiz için toplum olarak her şeyi karıştırıyoruz. Ya ifrat ya tefrit içinde geçiyor davranışlarımız.
Susmanın her zaman faydalı olmayacağı kanaatiyle yaşadığım bazı gerçekleri anlatıp,düşüncelerimi,yaşadıklarımı paylaşmak istiyorum bazen. İyi de nasıl paylaşırım, nasıl yazarım? Sonra ne olur kim bilir! !
“Söylersem öldürürler
Söylemezsem öldüm” diyen türkümüzde ne güzel anlatılmış bu yara.
Ayıp,günah,hatır,gönül elimizi ayağımızı bağlıyor…
Ya filan duyarsa! ya üzülürse !
Sen onun yüzünden üzüldün ama kendini niye düşünmüyorsun? diyorum kendime…
-Ama o sensin…sen her kahrı çekersin…sen affeder unutursun…ya onların canı çok yanarsa…çok üzülüp utanırlarsa yaptıklarından…buna nasıl katlanırım? Aman yok yok ,boş ver …yazıp napcam! Kalsın içimde kaldığı yerde…
-Onlar senin yüzüne pat pat konuşup,yapıp,edip seni üzerken aklın nerdeydi,neden sustun,farketmemiş davrandın, gülmüş gibi yapıp ödüllendirdin de onları sonra da geceler boyu üzüldün… şimdi de yazmak istiyorsun. Yok öyle yağma…sıcağı sıcağına problemini çözseydin…şimdi sür eşşeğini Niğde’ye arkadaş. Sus ve otur!
-Şair korkak olmamalı,şairleri susan milletin akibetinden korkulurmuş.Bildiğini yazmalı…meli…malı…
-Ama insanların üzülmesinden, özellikle sevdiklerinin üzülmesinden çok korkar şair.
-Bu çelişkiyi ne yapmalı şimdi?
-Orta yolu arıyordum ne zamandır. Gülmekle ağlamak arasında ne var? Gözlerin dalgın bakarken ağzını gülme pozisyonuna getirmek
-Susmakla konuşmak arasında ne var peki? Konuşur gibi yapmak,fısıldamak!
Yani kendinle konuşmak!
Ay ne güzeeeel!
Oh! Nihayet buldum!!!
Vurdum gözünden turnayı! Çok mutluyummm!Çooookk!
VURDUM GÖZÜNDEN TURNAYI (gülce-bahçe)
Yeri yok bende
Neyime servet şöhret?
Hesap,cüzdan ve buna benzer
Muradımda yer almadı mücevher
Neyin peşindeyim bir bilseniz ben neyin?
İzine rastlayan var mı, dosta benzeyen şeyin?
*****
Şekva bile edemem
Neyime gerek!
Sağa tükürsem yasak
-Aman sakın ha!
Sola tükürsem ayıp
-Ne derler sana?
Yukarıda bıyık var
-En büyük bela…
Aşağıdaysa sakal
-Yer oynar sonra!
En iyisi tükrüğüm
Sabırdan güç al
Sen çıkma içimde kal!
İşte böyle hal…
Dört yanımı bekliyor
Refahım için
Kuzu postunda çakal!
****
Ya ben deliyim, ya bunlar biraz kaçık
Çocuk olanlar, büyümez mi azıcık?
Her dönemeçte tak ediyor canıma
Kalabalıklar içindeki yalnızlık!
Olmalı bir yolu
Çıkmayan candan kesilmez ümit
Durma,ara, gel ve git!
***
Buldum! Buldum nihayet buldum dostun izini
“Kendikendim” isminde, ruhumun ikizini
Vurdum ben de sonunda kaderin ensesine
Umurunda mı sanki, yansam onun nesine?
Azat ettim tekliği, hüzünler ülkesine
Buldum buldum nihayet, buldum dostun izini!
Bastım şarlatan gamın inatçı nefesine
“Çık artık benden! ” dedim sonuncu keresine
Oturttum eni konu gönlümün kafesine
“Kendikendim” isimli ruhumun ikizini…!
****
Arandım durdum da yıllar yılı
En son çektim ok ile yayı
Vurdum gözünden turnayı
Çabam boşa çıkmadı
Yakaladım ben de
En güzel avı!
(Bu bahçede tekil,gülce,buluşma,triyolemsi,üçgen kullanılmıştır)
10.10.2010Asuman Soydan Atasayar
Yüreğine,kişiliğine çok değer verdiğim dostum,arkadaşım Zübeyde Gökbulut bu şiirimi okuyunca “ÇOCUK OLMADIĞIMIZA GÖRE ? ? ? ?” diye esprili bir yaklaşımla sormuş bana. Dost olduğunun bilincinde olarak, bu sözlerimin kendisiyle ilgisinin olmadığını bilerek, muzip kişiliğinin yansımasıyla böyle sormuş. Ben de onun güzel yüreğine izah getirmek amacıyla aşağıdaki açıklamayı yapmıştım.
Hani atsan atılmaz, satsan satılmaz ilişkiler vardır, kızılcık şerbeti diye içilir
Hani senin iki kelime etmene fırsat vermeden, saatlerce kendini dinletir,
Hani sen “a” demeye fırsat ararken senden önce z’ yi alıp götürür
Kötekten beterdir ikramı, zulümden beter sevgisi, her işi emrivaki
Vardır ya dost adı altında, ömür bitiren, akıl yitirten, isbat edilemeyen
İşte onlaradır sessiz çığlığımın kağıda düşen yansıması cannn….
Gerçek dostlarımı tenzih ederim. Onlar hep uzaktı/ talar sen gibi…. Asuman Soydan
‘Söz gümüşse sükut altındır’ düsturuyla pek çok düşünceler, yaşanmışlıklar, sırra kadem basıyor, toprak oluyor susmalarımız yüzünden.
Çelişki dolu özlüsözlerle ne yapacağımı şaşırarak, çakılıp kalıyorum yerime .”Susma susarsan sıra sana gelecek!” sözü ne peki?
Hangisi doğru Allahım?
Orta yol “peygamber yolu” diyor ama hep kenarlarda geziyoruz nedense? Birisi “sus” derken öteki “konuş” diyor. Birisi “ağla” derken öteki “gül” diyor. Birisi “sırrını verme dostuna ,dostunun dostu” vardır derken diğer biri ; “herkesi dost bil,herkesi arkadaş, sorunların kalmasın içinde,herkesle paylaş”diyor.
Konuşursan gıybet yaparsın
Konuşmazsan enayi veya aptal zannedilirsin.
Konuşursan çenesiz olabilirsin
Konuşmazsan zavallı olabilirsin.
Ne zaman susmalı,ne zaman konuşmalıyız? Bunu bilmediğimiz için toplum olarak her şeyi karıştırıyoruz. Ya ifrat ya tefrit içinde geçiyor davranışlarımız.
Susmanın her zaman faydalı olmayacağı kanaatiyle yaşadığım bazı gerçekleri anlatıp,düşüncelerimi,yaşadıklarımı paylaşmak istiyorum bazen. İyi de nasıl paylaşırım, nasıl yazarım? Sonra ne olur kim bilir! !
“Söylersem öldürürler
Söylemezsem öldüm” diyen türkümüzde ne güzel anlatılmış bu yara.
Ayıp,günah,hatır,gönül elimizi ayağımızı bağlıyor…
Ya filan duyarsa! ya üzülürse !
Sen onun yüzünden üzüldün ama kendini niye düşünmüyorsun? diyorum kendime…
-Ama o sensin…sen her kahrı çekersin…sen affeder unutursun…ya onların canı çok yanarsa…çok üzülüp utanırlarsa yaptıklarından…buna nasıl katlanırım? Aman yok yok ,boş ver …yazıp napcam! Kalsın içimde kaldığı yerde…
-Onlar senin yüzüne pat pat konuşup,yapıp,edip seni üzerken aklın nerdeydi,neden sustun,farketmemiş davrandın, gülmüş gibi yapıp ödüllendirdin de onları sonra da geceler boyu üzüldün… şimdi de yazmak istiyorsun. Yok öyle yağma…sıcağı sıcağına problemini çözseydin…şimdi sür eşşeğini Niğde’ye arkadaş. Sus ve otur!
-Şair korkak olmamalı,şairleri susan milletin akibetinden korkulurmuş.Bildiğini yazmalı…meli…malı…
-Ama insanların üzülmesinden, özellikle sevdiklerinin üzülmesinden çok korkar şair.
-Bu çelişkiyi ne yapmalı şimdi?
-Orta yolu arıyordum ne zamandır. Gülmekle ağlamak arasında ne var? Gözlerin dalgın bakarken ağzını gülme pozisyonuna getirmek
-Susmakla konuşmak arasında ne var peki? Konuşur gibi yapmak,fısıldamak!
Yani kendinle konuşmak!
Ay ne güzeeeel!
Oh! Nihayet buldum!!!
Vurdum gözünden turnayı! Çok mutluyummm!Çooookk!
VURDUM GÖZÜNDEN TURNAYI (gülce-bahçe)
Yeri yok bende
Neyime servet şöhret?
Hesap,cüzdan ve buna benzer
Muradımda yer almadı mücevher
Neyin peşindeyim bir bilseniz ben neyin?
İzine rastlayan var mı, dosta benzeyen şeyin?
*****
Şekva bile edemem
Neyime gerek!
Sağa tükürsem yasak
-Aman sakın ha!
Sola tükürsem ayıp
-Ne derler sana?
Yukarıda bıyık var
-En büyük bela…
Aşağıdaysa sakal
-Yer oynar sonra!
En iyisi tükrüğüm
Sabırdan güç al
Sen çıkma içimde kal!
İşte böyle hal…
Dört yanımı bekliyor
Refahım için
Kuzu postunda çakal!
****
Ya ben deliyim, ya bunlar biraz kaçık
Çocuk olanlar, büyümez mi azıcık?
Her dönemeçte tak ediyor canıma
Kalabalıklar içindeki yalnızlık!
Olmalı bir yolu
Çıkmayan candan kesilmez ümit
Durma,ara, gel ve git!
***
Buldum! Buldum nihayet buldum dostun izini
“Kendikendim” isminde, ruhumun ikizini
Vurdum ben de sonunda kaderin ensesine
Umurunda mı sanki, yansam onun nesine?
Azat ettim tekliği, hüzünler ülkesine
Buldum buldum nihayet, buldum dostun izini!
Bastım şarlatan gamın inatçı nefesine
“Çık artık benden! ” dedim sonuncu keresine
Oturttum eni konu gönlümün kafesine
“Kendikendim” isimli ruhumun ikizini…!
****
Arandım durdum da yıllar yılı
En son çektim ok ile yayı
Vurdum gözünden turnayı
Çabam boşa çıkmadı
Yakaladım ben de
En güzel avı!
(Bu bahçede tekil,gülce,buluşma,triyolemsi,üçgen kullanılmıştır)
10.10.2010Asuman Soydan Atasayar
Yüreğine,kişiliğine çok değer verdiğim dostum,arkadaşım Zübeyde Gökbulut bu şiirimi okuyunca “ÇOCUK OLMADIĞIMIZA GÖRE ? ? ? ?” diye esprili bir yaklaşımla sormuş bana. Dost olduğunun bilincinde olarak, bu sözlerimin kendisiyle ilgisinin olmadığını bilerek, muzip kişiliğinin yansımasıyla böyle sormuş. Ben de onun güzel yüreğine izah getirmek amacıyla aşağıdaki açıklamayı yapmıştım.
Hani atsan atılmaz, satsan satılmaz ilişkiler vardır, kızılcık şerbeti diye içilir
Hani senin iki kelime etmene fırsat vermeden, saatlerce kendini dinletir,
Hani sen “a” demeye fırsat ararken senden önce z’ yi alıp götürür
Kötekten beterdir ikramı, zulümden beter sevgisi, her işi emrivaki
Vardır ya dost adı altında, ömür bitiren, akıl yitirten, isbat edilemeyen
İşte onlaradır sessiz çığlığımın kağıda düşen yansıması cannn….
Gerçek dostlarımı tenzih ederim. Onlar hep uzaktı/ talar sen gibi…. Asuman Soydan
19 Ekim 2010 Salı
6.KAPADOKYA ŞİİR FESTİVALİ (gezi)


ALTINCI KAPADOKYA ŞİİR ŞÖLENİ’NİN ARDINDAN
(23-26.09.2010)
Sabahın ilk ışıkları uyanırken varmıştık Nevşehir’e. On üç saatlik yoldan gelmiş olmanın bitkinliği olsa da, mis gibi içi şifa dolu Anadolu havasını soluyunca dipdiri olmuştum. Turistik bölgemiz Kapadokya’nın Başkenti konumunda olan Nevşehir Otogarı’nın yeni, modern, bakımlı ve temiz oluşu da güneşle birlikte ilk yüzümüzü güldüreni olmuştu.
Altı gündür Kuşadası’nda Öğretmen Şükran Günay Ablamın misafiri olarak Ege bölgemizin güzelliklerini gezmiştim. Onun dost, misafirperver, sıcak yüreği gibiydi Kuşadası. Havasıyla, suyuyla muhteşem manzarasıyla Ege’mizin inci tanelerinden biriydi. Abla kardeş ilişkisi içinde Kuşadası’nda geçen altı günlük misafirliğimin ardından, birlikte Kapadokya Şiir Şölenine davetli olarak katılmak üzere yola çıkmıştık. Merkezi Avrupa’da olan Kapadokyalılar Kültür Derneği tarafından organize edilen şölen için bizi almaya gelen dernek başkanı Mümün Uluç Bey’in arabasıyla otelimize geldik… Gelirken en az kırk yerde durarak şölen için davetiye dağıtan Mümün Bey’in canhıraş gayretleri dikkatime takılmıştı. Şükran Abla’nın ondan içtenlikle kardeşim diye bahsetmekteki haklılığını ilerleyen saat ve günlerde daha iyi anlamıştım. Hem davetiye dağıtıyor hem bize şehri gezdiriyordu. Nevşehir adı üstünde düzenli ve yeni bir şehirdi gerçekten. Ülkemizin her yöresi bir başka ama bazı yerlerimiz var ki, bambaşka. İşte bambaşka yerlerimizden biri de Kapadokya’mız tabiî ki. Daha önce de buraları gezme şansım olmuştu ama bu gelişimizde daha teferruatlı gezeceğimizi biliyorduk. Programdan bir gün önce gittiğimiz için birkaç saat Nevşehir’in ana caddesinde birkaç arkadaşla birlikte hem dolaştık, hem esnaflara davetiye dağıttık.
İlerleyen saatlerde programa davetli olan şiir üstatları her biri Türkiye’nin çeşitli yerlerinden teker teker gelmeye başlamıştı. İnternetten tanıdığım ama yüz yüze ilk defa tanıma şerefine erdiğim isimler vardı içimizde. Bunların başında Gülce Edebiyat Akımı’nın kurucusu olan Değerli Hocamız Mustafa Ceylan Bey geliyordu. Aylardan beri internette Antoloji sitesinde ekip çalışması yaptığımız için onunla yüz yüze tanışmak önemliydi benim için. İnternet ortamında üzerimde bıraktığı dürüst, güven veren, samimi kişilik intibaından hiçbir şey kaybetmedim tanıştıktan sonra da. Gülce çalışmalarımızın kritiğini yapma imkanımız oldu zaman zaman.
Yine iki yıl önce internette şiirlerimi yayınladıktan sonra şiirlerime ilk yorum yazan kişi özelliğiyle benim için önemi büyük olan hece şiirinin marka ismi Mehmet Nacar Hocamla tanışmak şerefine erdim. Onunla birlikte gelen bir değerli hece üstadı da Ahmet Ayazdı.
her biri birbirinden değerli şair arkadaşlarımla geçen her an değerliydi benim için.
Nevşehir Valiliğinin ve Kapadokyalı işadamlarının sponsorluğunda gerçekleştirilen Kapadokya Şiir Etkinliği üç gün dolu dolu bir program içinde gerçekleştirildi. Öyle bir program ki, gün boyu biri bitiyor diğeri başlıyor, her biri birbirinden zevkli ve verimli. Katılımcılar sıcak, sunucu ve yöneticimiz olağanüstüydü… Nevşehir Gül Bahçesinde toplanan şairlerin tanışma, kaynaşma gibi bir dertleri pek yoktu. Hasret gideriyorlardı sadece. Hemen hepsi birbirini tanıyordu zaten birkaç istisna dışında. En az tanıdıkları belki de bendim. Samsundan katılan Cevahir Kul ile iki günde canciğer olmuştuk. Samimi ve esprili kişiliği sayesinde bol bol kahkaha atarak hoş saatler yaşadık. Şükran Abla, Cevahir ve Ben hem aynı odayı paylaştık hem kaynaştık tam anlamıyla. Bir dost daha kazanmıştım yani.
Avrupalı Türkler Türk Dünyası ile Türkçe şiir şölenlerinde bir araya geldiler üç gün boyunca.
Nevşehir Üniversitesi’nde, Rektör Filiz Kılıç’ın da katılımıyla “Avrupa’da Göçün 50. yılı “ konulu çok güzel bir panel gerçekleştirildi .
Kapadokya Kültür Derneği ve Avrupa Nevşehirliler Platformu Başkanı Mumin Uluç'un başkanlığında gerçekleştirilen panele, Şair-Yazar Yavuz Nüfel, Şair -Yazar Ozan Yusuf Polatoğlu, İş Adamı Gürkan Yıldırım, Şair Hüsamettin Darıcı, Şair-Yazar Şükran Günay, Şair-Yazar Aslan Bayır, Şair-Yazar Sabit İnce panelist olarak katıldılar.
Avrupa’da yaşayan Türkler, sorunlarını anlatışlarının ardından hepsinde de ortak olarak gözlemlediğim bir yön vardı ki; hepsi de bizden daha çok bizi yani ülkemizi seviyorlardı.
Panelistlerin arasında Hollanda’dan katılan Yavuz Nufel anlatılmakla özellikleri sığdırılmaz bir kişilik ve sanatçı kimliği olan bir şairdi. “Hiç” mahlasını kolyesinden, yüzüğünden okursunuz. Kendine has uslup ve tarz ile şiirlerini yorumlamasıyla tüm programlara renk katan sanatçı bir kimlikti.
Dernek başkan yardımcısı olan Şenol Bilgin kardeşimin samimi,içten davranışları unutulmazlardandı…
Yine aynı sıcakkanlılıkta olan Almanya’da gencecik başarılı bir işadamımız vardı Bünyamin Varol. İsinlerini daha hatırlayamadığım pek çok dost yüreklilerle geçti üç günümüz…
Kültürümüzü, sanatımızı,bölgemizi,Türkiye’mizi Uluslararası Platformlarda tanıtarak eğitime,spora ve yardımlaşmaya destek sağlamak amacı ile Kapadokya Kültür Derneği Başkanı Almanya’da yaptıklarını anlatırken dinleyenlerin göğsü kabararak izlediklerini, her birinin tebessümlerini gözlemliyordum.
Panelin ardından vali, milli eğitim müdürü ve emniyet müdürü ziyaretlerimiz oldu. Valimizin bizim için çok güzel bir mekân olan Polisevinde verdiği yemeğin ardından Gül Bahçesi’nde ki şiir şölenimize katılışı memnuniyetleri artırdı doğal olarak. Protokolün göz alıcı olması ve programın sonuna kadar ayrılmamaları takdire şayandı gerçekten. Salondan bizimle birlikte ayrılan bir protokol, devlet erkânı vardı orada. Gözlerine bakarak şiir okumak, ellerinden plâket ve madalya almak, Kapadokyalı’nın sanata ve edebiyatımıza verdiği önemi görmek mutlu etti bizleri. Nevşehirli iki şair olan Nedim Uçar’ın 50. ve Sabit İnce’nin 40. sanat yıldönümlerini de kutlamak için yaptırılan pastaların yenilmesi, ödül, madalya ve plaketlerin verilmesinden sonra hep birlikte otelimize geldik.
BALON VE GÖREME GEZİSİ
Otel lobisinde ertesi sabah balona binecek olan on altı kişi için çekiliş yapılacaktı. Otuza yakın şair içinden bakalım ben çıkacak mıyım diye heyecanla beklerken pek çoğunun binmek istememesi üzerine çekilişe lüzum kalmadan on altı kişilik ekip belirlenmişti bile.
Sabahleyin erkenden sıcak hava balonuna binecek olan gurubu Anatolia Balon şirketinin gönderdiği minibüsle tesis alanına götürüldük. Onlarca balonun kimi iniyor kimi kalkıyordu. Gökyüzünde müthiş bir balon trafiği vardı. Cıvıl cıvıl, çocuk heyecanı sarıyordu içimizi. Seyyar çadırdan ikram edilen çay ve bisküvilerimizi yedikten sonra teker teker bindik bize tahsis edilen balonumuza. Binilen yer dört gözlü bir sepetti. Birilerinin yardımıyla biniliyor ve her gözüne dörder kişi binebiliyordu sadece. Sepetin tam orta yerinde Pilot ayakta balonun yükselip alçalmasını sağlayan alevi kumanda ediyordu. Sepete bininceye kadar sabahın ilk saatleri olmasından dolayı soğuktan titriyorduk arkadaşlarla. Arkadaşım Cevahir Betül’e “Eyvah yukarılarda kim bilir nasıl donacağız” diyordum ama uçma zevkinden de asla vazgeçemiyordum. Sepetin içine biner binmez balonda yükselen alevin ısısı keyfimi tam yerine getirmişti. Yavaş yavaş yükselirken göklere yeryüzü ayağımızın altından kayıyor ve varlıklar gitgide küçülüyordu. Sabahın başladığı bu saatlerde doğa harikalarına ilk güneş ışıklarının vuruşu hakikaten görülmeye değerdi. Hele de onları kuş bakışı seyretmek apayrı bir haz verdi bana. Bin metrenin çok üzerinde yükselmiştik. Dağlar küçülmüş, yollar iplik gibi kıvrılıyordu. Üzüm bağları , alçalıp yükselen vadiler, peribacaları, tepeler inanılmaz güzellikte, ışıl ışıl gülüyorlardı bize…Harika diyarı,harika bir gurupla şiirler okuyarak,kamera ve fotoğraflar çekerek, kahkaha ve tebessümlerle gezimizi nasıl bitirdiğimizi bilemedik. Elli dakika süren çıkış ve inişimiz öyle yumuşak oldu ki en küçük bir sarsıntı duymadık O yüzden pilotumuzu alkışladık. Başarılı bir uçuştu gerçekten. Bir kamyonetin sırtına indirilen balonumuzdan çıktığımızda bizi üzüm bağlarının ortasında bir masada yaş günü pastası bekliyordu. Akşamki kutlamanın tekrarıydı yine. Nedim Uçar ve Sabit İnce gibi edebiyatımıza ömür vermiş ustaların sanat yıldönümlerini burada da kutladık. Üzüm bağında yaş pastamız, içeceklerimiz ve neşemiz yerindeydi gerçekten.
Balon gezisini başarıyla tamamlayan ekibimizle balon şirketi yetkililerinin elinden uçuş sertifikası ve hediyeler alarak daha da mutlandık.
Balona binmeyerek uyumayı tercih eden arkadaşlarımızı öğlene doğru otelden alarak-güzel bir yemekten sonra- Göreme gezisine çıktık. “Göreme” ismi herhalde bir bedduadan geliyor kanımca. “Göremeyesin” der gibi. Çünkü buraları gezip görmek bir ayrıcalıktır… Hayalet diyarına örnek için yaratılmış belki de buralar. Peri bacalarından başka kafalarına beyaz örtü geçirerek dolaşan binlerce hayalet ordusuna benziyordu kayaların bazıları. İlginç kaya şekilleri arasına yapılmış evlere rastlıyoruz sık sık. Yeşilin Y’ sine rastlayınca daha da bir hoş oluyoruz tabiî ki. Boz renkli vadiler içindeki sayısız peri bacaları, gizemli hisler uyandırıyor insanda.
Kapadokya, Pers dilinde “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına geliyormuş. Bölge 60 milyon yıl önce; Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkmış
Coğrafik doğa olayları bu bölgede peribacalarını oluşturmuş ve tarihi süreçte, insanlar da, bu peribacalarının içlerine ev, kilise oymuş, fresklerle süsleyerek, binlerce yıllık yaşlı medeniyetlerin izlerini günümüze taşımıştır
Hititler'in bu topraklarda yaşamalarının ardından Hıristiyanlar için kayalara oyulan evler, kiliseler bölgeyi devasa bir sığınak haline getirmiş.. . Kapadokya jeomorfolojik özelliklerinden dolayı keşiş ve rahipler için uygun bir inziva ve ibadet yeri olmuş.. Kapadokya bölgesi, doğanın ve tarihin dünyada en güzel bütünleştiği yer olduğu için gururla geziyorduk...
Bölge hakkında bilgileri toplayarak tamamladığımız Göreme gezimizin akabinde Sos Restoranın güzel manzarası eşliğinde öğlen yemeğimizi yedik. Harika lor peyniri, yöresel ekmek, taze mayalanmış yoğurt, pekmez, üzüm hepsi oranın yerli mahsulü ve organik olması muhtemel olduğu için aç kurt gibi saldırmıştım hepsine. Hele üzümünün tadı hiçbir yerde yemediğim kadar lezzetliydi. Restoranın alt bölümünde tarihi bir zeminde müze ve resim sergisi vardı. Sergi gezisinden sonra Nevşehir Ticaret Borsasında şiir şöleni yapıldı Değerli şairlerimizin enfes şiirlerini dinledikten sonra hep birlikte otobüsümüze binerek ver elini Aksaray…
AKSARAY ŞÖLENİ VE İSTANBUL
Yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra Aksaray Kültür Derneği Başkanının eşliğinde Aksaray’ın Eğri Minaresi, Ulu Camisi, Somuncu Babası ziyaretleri sırasında şehri de geziyoruz. Düzenli ve gelişmekte olan hoş bir şehir olarak belleğimize yazılan Aksaray’da son durağımız , Aksaray'ın tarihi dokuya sahip en gözde mekânı olan Taş Saray Restoran oldu.
Görülmeye değecek kadar güzel bir yapısı olan Taş Saray’da yemeklerimizi yedikten sonra şiir şölenimizi gerçekleştirdik. Aksaray Belediyesinin ve partilerin ileri gelenleriyle,halkıyla güzel bir katılımın olması, saz sanatçılarının, şiir ustalarının sunumları harikaydı ama Rasim Köroğlu ustanın ezberinden okuduğu hicivli şiirleri ve anıları gülmekten kırdı geçirdi bizi. Plaket ve hediyelerin verilmesi, pasta kesilip dağıtılması, hatıra fotoğraflarının çekilmesi gecenin diğer renk veren unsurlarıydı. Tabi tüm sunumları harika hitabeti ve munis davranışlarıyla gönlümüzde taht kuran güler yüzlü organizasyon başkanımız Mümün Bey sundu tümünü de. Hem gezilerimizin rehberi, hem gecelerimizin sunucusu, hem de hepimizin sevecen dostuydu Mümün Uluç Bey. Ülkesine olan sevdasıyla yorulmak bilmeyen performansına hayran bıraktı hepimizi. Ülkemizin böyle değerli bir evlada sahip olması büyük şans. Bilen oluyorsa kıymetini.
Aksaray Etkinliğimiz gecenin geç saatlerinde tamamlandıktan sonra otobüsümüze binerek Nevşehir’e dönüşümüzde hayli bitkin ve yorgunduk.Ama harika bir gün yaşamanın tatlı rehaveti çökerken gözlerimize eminim herkes mutluydu.
Ve ertesi sabah otelimizden İstanbul yolculuğumuz başladı. Bir minibüs dolusu tıklım tıklım eşyalarımız ve biz. Yaklaşık on altı kişilik şair gurubu ile önce Tuz gölü tesislerinde mola verdik. Tuz gölünün bembeyaz manzarasında çıplak ayaklarımızla yaptığımız yürüyüşün hazzını çekilen resimlerimizle kalıcı hale getirdik tabiî ki.
İstanbul’ a saat altıdan evvel varabilmek için kısa kısa molalarla, kliması olmayan minibüsümüzde terler akıtarak yolculuk yaptık. Sıcağı seven birisi olarak beni pek rahatsız etmeyen yolculuğumuz zahmetli olsa da dost meclisinin zahmeti, külfet gelmezmiş insana.
Hepimiz için öyle oldu ve biraz geç olsa da nihayet yetiştik. Kapadokya şiir Şöleninin üçüncü ayağı olan İstanbul Bahçelievler’de Necip Fazıl Kültür Merkezinde gerçekleştirdik şölenimizi. Ama burada İstanbullu şairlerimizden başka izleyicimiz olmasa da güzel, kaliteli bir şiir bir gecesiydi...Kaliteli şairlerden kaliteli şiirler dinledik. Ardından plaket ve pasta kesilmesi, hatıra fotoğrafları çekilmesiyle noktalamıştık muhteşem şölenimizi. Hepimiz yorgunluktan dökülüyorduk ama mutluyduk. Çok değerli arkadaşlarımla gecenin geç bir saatinde vedalaşıp evime döndüm beni almaya gelen ailemle birlikte.
Katılımcı arkadaşlarımızın ve dernek yöneticilerinin performansı inanılmaz güzeldi, dostaneydi, sıcaktı. Bu güzelliği yaşattıranlara sonsuz selamlarımı gönderirken daha nicelerinin nasip olmasını diliyorum. Hepsini ayrı ayrı kutluyorum.
Asuman Soydan Atasayar
KAPADOKYA’DA GEZERSEN (gülce-buluşma)
Doğa harikası denince,
Mavi ve yeşil değilmiş tek şart, gelin de görün!
Boz kayadan da cennet olurmuş meğer
İlginizi bu yana da döndürün!
Hayretten dalarsınız, dönmek ne mümkün geri
Avanos, Göreme, Ürgüp çekim alanı sanki
Fantastik yaşam için biçilmiş kaftan
Öyle bir manzara ki dantel oyası gibi
Coğrafya gergefinde medeniyet ocağı
Sevda ile dokunmuş Anadolu Toprağı
Müstesna bir güzellik, hayranlığa müptela
Nazlı ve zarif diyar, büyülü Kapadokya!
Etilerden Selçuklu’ya, Osmanlı’ya
Ne ararsan bulursun tarih desen bir başka
Adım başı iz taşır toprağı baştanbaşa
Yücelmiş ruhlar yatar elleri hep duada
Olmasa da mavi deniz, yeşil nehir
Kıraç toprakta esen rüzgârları pek mâhir
Kayalardan damlıyor rüzgârın alın teri
Ruhları efsunluyor her kapıda bir peri
Boz rengine değince güneşin ilk ışığı
Gülümser gülümsetir, cezp ederek aşığı
Ustasında bin hüner, tek maddesi ham kaya
Her karışı şaheser doğuran Kapadokya
Eşsiz Anadolu’ma yakışıyor bu ahenk
Benzeri görülmemiş yeryüzünde tek örnek
Turizmin cennetinde en nadide bir köşe
Selamlıyor sizleri rüya şehri rengârenk
Asma dallarından kara üzüm habbesi
Sunarken şifalı lezzetini
Ruhu saran hava, öyle hoş ve latif ki!
Kloş etek giymiş dağlarıyla taşları
Saygı duruşunda sanki perili bacaları
Kanadını takarak
Uç üzerinde uç biraz!
Titresin bırak yüreğin,
Göklere vuruncaya değin
Dehşetten gözlerin açılacak
Yeryüzünde sergi var sanılacak…!
02.10.2010-İstanbul-Asuman Soydan Atasayar
7 Haziran 2010 Pazartesi
4.BORABOY ŞİİR ŞENLİĞİNİN ARDINDAN
4.BORABOY ŞENLİĞİNE DE NASİP OLDU YOLUM
Mayıs-2010 tarihinde dördüncü kez düzenlenen Boraboy Şiir Şenliği büyük bir coşku içinde gerçekleştirildi.
Antoloji. Com internet sitesinin değerli bir grubunun mensubu olmamdan dolayı bu güzel organizasyona katılma şansını yakalamış bulunuyorum. Yeşilırmak grubu’nun başkanı ve aynı zamanda Taşova Milli Eğitim Müdürü olan Ali Rıza Atasoy’un ve yönetim kadrosundaki Ömer Celep, Fesih Aktaş, Sercan Taş ve İbrahim Malkoç gibi değerli hocalarımızın gayretleriyle dördüncü kez düzenlenen şiir şöleni, davetlilerine iki unutulmaz gün daha yaşattılar.
Bu güzel organizasyona şair sıfatıyla ikinci kez katılmanın hazzını yaşıyorum. Gördüğüm, yaşadığım, hissettiğim güzellikleri anlatmak amacıyla kalemime sarılırken layıkıyla aktaramamanın acziyeti içindeyim. Hem görsel olarak hem de duygu olarak üst boyutta olmak hakikaten yazmakta aciz bırakıyor insanı.
Geçen yıldan tadı damağımda kalan Amasya’nın şirin ruhunu bu vesile ile bir kez daha hissettim ve yaşadım şükür olsun. Ülkemizin nadide bir diyarı olan Amasya’nın her bir beldesi ayrı güzellik ve özellikte olduğu gibi içinde yaşatılan dost duygularının da aynı boyutta olduğunun bir şahidi olarak gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki; herkes yolunu bir kez bu topraklara çevirmeli bence.
İlk günümüz, Taşova Öğretmen Evinin Bahçesinde Ülkemizin dört bir yanından gelen şair arkadaşlarımızla yeniden karşılaşmanın coşku ve heyecanıyla ve aramıza yeni katılan isimlerle de tanışma faslının ardından toplu olarak Taşova çarsısında ve Yeşilırmak kıyısında zevkli bir yürüyüş yaptık. Taşova esnafının şairlere verdiği değer çok güzeldi. Önünden geçtiğimiz her bir dükkan sahibinin imkanları dahilinde ikramlar yapmaya çalışması takdire şayandı doğrusu. Birisi kasayla sunduğu kirazlarıyla diğeri en büyüklerinden seçtiği karpuzlarıyla bir diğeri meyve sularıyla yüreklerini anlatmaya çalışıyordu.
Öğretmen evinin yemekhanesinde bize sunulan akşam yemeği sırasında monütörden geçen yılki şölenin görüntülerinin yayınlanması ayrı bir zevk kattı yemeğimize. Görüntülerle katılımcılara nostalji yaşatmayı düşünen kişinin değerli başkanımız olduğunu öğrendim..
Yemekten sonra bahçede düzenlenen L şeklindeki uzun masalar etrafına yerleşen misafirlere Burhanettin Akdağ Beyefendi udu ve sesiyle çok hoş Türk sanat Müziği ziyafeti sundu. Çay ve meyve ikramıyla, dost sohbetlerinin latif duygularıyla geçirdiğimiz gecenin geç saatlerinde bize ayrılan odalarımızda dinlendikten sonra sabahleyin hep birlikte Şahin Yaylasına doğru hareket ettik. Otobüs ve özel araçlarla oluşturduğumuz konvoy, mis gibi dağ kokuları ve eşsiz manzaralar arasında bizi Şahin Yaylasında küçücük bir gölet üzerinde bulunan ahşap iskelede hazırlanan kahvaltıya ulaştırmıştı. Harika manzara eşliğinde iştaha ile kahvaltımızı yapıp resimler çekildik ama hepimizin içinde bir kırıklık ve mahzunluk vardı. Çünkü; geçen yıl bizi bin bir zevk ve heyecanla ağırlayan, iyi bir sanat ve doğa dostu olan Esençay Belediye Başkanı İlhan Arduç Bey menfur bir saldırı sonucu geçen aylarda hayatını kaybettiği için yoktu aramızda. Yeni Başkanımız evsahipliği ediyordu onun yerine. Esençay’lı arkadaşımız ve yöneticimiz olan Müzeyyen Keskin’in İlhan Bey için yazdığı şiirini okurken duygulu anlar yaşaması hepimizin gözlerini yaşarttı. Ali Rıza Hocamızın da merhum başkanla ilgili anılarını anlatarak yaptığı konuşmanın ardından toplu olarak göl kenarında kısa bir yürüyüş yaptık. Bu doğa yürüyüşü eminim ruhen ve bedenen sağlık kazandırmıştır hepimize. Ardından toplu olarak İlhan Arduç Bey’in mezarını ziyaret ederek dualarımızı gönderdik.
Öğle saatlerine doğru aynı konvoy bizi İki dağ arasında yer alan eşsiz manzaralı Boraboy Gölünün kenarındaki tesiste yapılacak olan şölen yerine götürdü. Rakımı oldukça yüksek olan bu göl bir krater gölü olma özelliğini taşıyor. Yemyeşil ağaçlarla kaplı olan dağların arasında inanılmaz bir güzellik arz ediyordu bakmasını bilen gözlere. Dağların ve güneşin yansımasıyla oluşan manzara şölen alanının arka fonuydu. Ay yıldızlı bayrağımız göle nazır bir ağacın üzerinde huşu ile dalgalanıyordu.
Göl manzarasına sahip olan tesis yemekhanesinde öğle yemeklerimizi yedikten sonra bahçesinde bizim için hazırlanan bölümde yerimizi alarak şölene iştirak ettik. Güneş mevsim sıcaklığının üzerinde seyrediyordu. Manzarayı renklendirirken bazı kişilerin tahammüllerini azaltmıştı ama bana göre oldukça hoştu.
Şölene Amasya Milletvekili Dr.Avni Erdemir, Vali Yardımcısı Ali Aslantaş, Taşova Kaymakamı İbrahim Halil Şıvgan, İl Milli Eğitim Müdürü Necati Akkurt ve çevre illerden gelen milli eğitim müdürleri, belediye başkanları, hastane ve okul müdürleri, bazı öğretmen, öğrenci ve izleyiciler de katıldılar. Çamlıdere Doğa Dostları Derneği Başkanı ve Sabah Gazetesi Spor Yazarı Ali Öcal, İlesam Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız, İlesam Kadın Kolları Başkanı İlter Yeşilay, Kayseri Şairler ve Yazarlar Birliği Başkanı ve Çıngı dergisi genel yayın yönetmeni Süleyman Karacabey, Kültür Çağlayanı dergisi genel koordinatörü İbrahim İmer, Kültür Bakanlığı mahalli halk müziği sanatçısı Amasyalı bestekar Burhan Özbakır, Amasya Elit Sanat dergisinden Yavuz Çetin, Karabük Ekspres gazetesinden şair yazar İsmail Arslan gibi isimlerin de yer aldığı elliye yakın şair arkadaşımız ile harika bir şölendi.
Sunuculuğunu her zamanki usta performansıyla tamamlayan Amasya Lisesi Türkçe Öğretmeni Sercan Taş Kardeşimiz hepimizin takdirini topladı. Protokol konuşmaları ve bir grup İlk okul çocuğunun başarıyla sunduğu konserin ardından her şaire birer şiir okuma fırsatı verildi. Güneşin yakıcı ışıkları zaman zaman dinleyicileri gölge yerlere kaçırttıysa da büyük bir mutluluk yaşandığını gözlemledim. Program sonunda kapanış konuşmasıyla gelecek yıl için tekrarının sözünü veren Ali Rıza Bey’in şiir ve dost ortamından aldığı keyf, yorgun yüzünden bile okunuyordu.
Akşam üzeri vedalaşma sahneleri doğal olarak hüzünlüydü…Yeniden buluşma dilek ve dualarıyla ayrıldık arkadaşlarımızdan, ardımızda cennetten çalınmış iki gün bırakarak…
Emeği geçen herkese taktir,teşekkür ve dualarımı gönderiyorum. Sevgiler, şiirler her daim çağlasın ülkemizin her köşesinde.
06.06.2010-İstanbul-ASUMAN SOYDAN ATASAYAR
VEFALISIN BORABOY
Sıcak ruhlu bu şehrin, zümrüt yeşil gerdanı
Çağırdı gönlü ile Amasya’nın dost yanı
Dört bir yandan gelindi; bir vesile fırsatta
Sarı, mor, yeşil vadi; güller açtı her katta
Kalemime sığmayan arşa değen değerler,
Bekliyordu bizleri bıraktığımız yerler!
Kıvrım kıvrım yolların nadide diyarında
Şair,şiir şenlendi Yeşilırmak bağrında
Kucaklaşan dostluklar ısıtırken evreni
Taşova sevindirdi meşke değer vereni
Renkli tebessüm çekti gözümün dikkatini
Ezeli rahmet eli, resmetti şefkatini
Esençay’dan geçince ver elini Boraboy!
Nasibin tekrarında çekti beni Boraboy!
Mavi atlas, ılık göl; paylaşırken güneşi
Böyle bir yansımanın yoktu menendi, eşi
İki şahane günde, sağım solum gülen yüz
Dert tasa bırakmadı şiir olup düşen söz
Selamladı bizleri ay yıldızlı Boraboy!
Kabul olan duanın tekrarıydı Boraboy!
Sevgiler var oldukça hayat her daim şiir
Duygu coşturan yerde, güzellikler gelişir!
Vefalısın Boraboy, dostlukların diyarı!
Yine dua bıraktım, kabul olsun tekrarı!
05.06.2010- İstanbul-ASUMAN SOYDAN ATASAYAR
17 Mayıs 2010 Pazartesi
KATILDIĞIM İLK ŞİİR ŞÖLENİ-BORABOY (anı)

İnternette şiir edebiyat sitelerini bir rastlantı sonucu bulmuştum. Düşümde görmediğimi koynumda bulmuş gibi bir şey bu. Yıllardır yazıp sakladığım, paylaşacak kimseyi bulamadığım şiirlerimi artık yayınlıyor, ve okunduğunu görüyordum. Kıymetini bilen için büyük bir şans bu. Hele de hanımlar için.
Antoloji sitesine kaydolduktan bir kaç ay geçmişti bir gün şiirlerini hayranlıkla okuduğum Taşova Milli Eğitim Müdürü Şair Ali Rıza Atasoy beni “Yeşilırmak Şiir Vadisi” adlı kendi gurubuna davet ettiğinde grup ana sayfasında toplu çekilmiş şairlerin resimleri dikkatimi çekmişti. Bu gruba üye olduktan sonra her paylaşımda o resimde bulunanlara imrenerek bakıyordum. Aralarında olmayı canı gönülden istiyordum ama nasıl? ...
2009-Nisan ayının sonuna doğru grup üyelerini üçüncüsü düzenlenecek olan Boraboy Şiir Şenliği’ne davet eden Ali Rıza Bey’in yazısını okuyunca müthiş bir heyecan kaplamıştı içimi. Pek çok guruba üye idim ama bu grupta beni çeken bir şey vardı. Grup girişindeki o resim beni içine çekiyordu nedense. Hiç düşünmeden şölene katılacaklar listesine ismimi yazdırmıştım. Mayıs ayının 22 ve 23’ ünde gerçekleşecek olan şölen gününü iple çekiyordum.
Son gününe kadar ev halkından gizlemiştim katılma kararımı. Hiç alışık olmadıkları bir durumdu çünkü. Katılan şairlerin içinde yüz yüze tanıdığım hiç kimse yoktu hepsi de sanal dostumdu. Ama içimden gelen sesin yardımıyla öylesine emindim ki onların tertemiz yüreklerinden.
Üniversite yıllarımda arkadaşlarımla yaptığımız gezilerin bir tekrarı hissi vardı içimde ve inanılmaz heyecanlıydım.
Evdekileri bir çeşit ikna etmiş şölenin bir gün öncesinden Ankara’ya kardeşime gitmiştim.
Aşti’nin önünde telefonlaşarak buluştuğum ve ilk defa tanıştığım Müzeyyen Hanım, Canan Hanım, Hüseyin Bacanak ve Ahmet Eroğlu yönetiminde bir grup şair arkadaşla birlikte bir minibüs kiralayarak Amasya-Taşova’ya doğru yol almaya başladık. Kırşehir’den yolculuğumuza katılan Hasan Ulusoy üstadı da aldıktan sonra çok değerli şair arkadaşlarımızla sohbetler yaparak, şiirler okuyarak neşeyle geçen beş saatlik yolculuğun ardından Taşova Öğretmen Evi’nin bahçesinde minibüsümüzden indiğimizde bizi karşılayan grup başkanımız Ali Rıza Bey ve diğer arkadaşlarımızı görünce antoloji sayfalarındaki resimlerinden tanımıştım bazılarını. İçlerinden beni de tanıyanlar olmuştu. Antolojide kanka olduğumuz Şemsettin Dervişoğlu, Değerli arkadaşlarım Ünal Kar, Başkanımız Ali Rıza Atasoy, Ömer Celep, Ümüt Güngör gibi isimleri görür görmez tanımıştım. Türkiye’nin dört bir yanından gelen elli kişilik çok değerli şairler topluluğuyla birlikte hoş bir tanışma merasimi ve grup başkanımız Ali Rıza Bey’in yaptığı konuşmanın ardından her birimizin yakasına önceden hazırlanan kimliğimizi belirten yazıyı klipsle tutturduğumuzda gülüyordum. “Ben de şair oldum” diye. İsmimin önünde, şair ünvânını görmek çok güzel bir payeydi benim için.
Akşam yemeğinden önce yönetim kadrosu eşliğinde tüm şair arkadaşlarla Taşova’nın içinde ve Yeşilırmak kıyısında akşam gezintisi yaptık. Dostane duyguların verdiği mutluluk hepimizin gözlerinden okunuyordu. Bizi izleyerek resim ve görüntülerimizi çeken görevlilere rağmen kendi özel kameralarımızla da o güzel toprakları hatıralarımıza görsel olarak kaydediyorduk. Yeşilırmak Nehri üzerinde kurulmuş bir köprü üzerinde güneş ışıklarının batış renkleri içinde toplu resimler çektirdik. Köprü; İstanbul Boğaz Köprüsü’nün küçültülmüş bir versiyonuydu adeta.
Taşova sokaklarında gezerken yol üzerinde akşam ekmeklerini yapan kadınların mis gibi ekmeklerinden sundukları ikramların tadı damağımızda kalarak öğretmen evine geldik. Topluca yenen akşam yemeğinin ardından Öğretmen evinin bahçesinde uzun masalar etrafında yerlerimizi aldık ve udi arkadaşımız Burhanettin Akdağ’ın Türk Sanat Müziği’nin eşsiz eserlerini sesi ve sazıyla icra edişini gecenin geç vaktine kadar zevkle, sürurla dinledik ikram edilen çay, meyve, çiğköfte eşliğinde. Öğretmen Evi Müdürü ve gurup yöneticilerimizden Ömer Celep Bey’in samimi ikramları ve fıkraları renk katmıştı gecemize. Vakit ilerledi diyerek odamıza çıkıyordum ki binanın içinde bir yerden saz ve türkü sesleri geliyordu. Sese doğru gittiğimde odanın birinde de halk müziği sevenler toplanmış Mustafa Zorla ile saz çalarak türkü icra ediyorlardı. Otantik döşenmiş odaya beni de çağıran arkadaşlarımı gözlerim kapanma aşamasına gelene kadar dinledim. Sabaha çok az kalmıştı ama hiç birimizin uykusu yoktu. Duygular coşmuş, sinerji oluşmuştu. İstemeden de olsa sabaha birkaç saat kala bize ayrılan odalarımıza giderek istirahata çekilmiştik.
Sabah hazırlanarak hep birlikte Şahin Yaylası’na doğru hareket ettik. Otobüs, minibüs, özel araçlarla kafile oluşturarak Şahin Yaylasına çıkarken gördüğümüz manzara müthişti gerçekten. Mayıs ayında olmanın artısıyla doğanın güzelliği ve içinde harika dostluk duygularının güzelliğiyle birlikte inanılmazdı her şey. Kıvrılan dağ yollarından döne döne manzaralar eşliğinde geldiğimizde küçük bir gölet üzerinde kurulmuş ahşap iskelede hazırlanan kahvaltı bizi bekliyordu. Her şeyiyle doğal, mis gibi koku ve lezzetiyle, göl ve yemyeşil dağ manzarası eşliğinde harika bir kahvaltı yapmıştık. Bu kadar güzel bir kahvaltı herkese nasip olmazdı diye düşünüyorum. Samimi misafirperverlikle sunulan kahvaltının ardından Taşova Milli Eğitim Müdürü ve Başkanımız olan Ali Rıza Bey ve organizasyon yöneticisi arkadaşlarımız ile Şimdi rahmetli olan Esençay Belediye Başkanı Sayın İlhan Arduç Bey’in konuşmalarını dinledik zevk ile. İlhan Arduç Bey konuşmasının arasında.” Sizleri buraya rüşvet vererek, para vererek cebren getirtemezdik. Ama siz öyle engin yüreklere sahipsiniz ki iki zeytin bir domatese geldiniz “ demesi gülüşmelere sahne olmuştu. Katılan şairler için hazırlatıp sunduğu katılım belgelerimizin ardından bu defa da Boraboy’a doğru yol aldık. Oldukça yüksek dağların, ormanların arasında yer alan bir krater gölü olan Boraboy Gölü’nün üzerinde kurulmuş hoş bir tesiste halk oyunu ekibinin oyunlarıyla karşılandık. Etrafı gezme ve resimler çektirme eylemlerinden sonra öğle yemeklerimizi göl manzaralı Göl Gazinosu’nda zevk içinde yedik. Etrafı yemyeşil dağlarla çevrili olan küçücük bu göle düşen dağın ve güneşin yansıması anlatılacak gibi değildi. İnanılmaz güzeldi.
Gazinonun bahçesinde muhteşem manzara önünde hazırlanmış olan şölen yerinde yerlerimize geçtikten sonra istiklal marşı ve saygı duruşunun ardından program sunumunu temiz yüzü ve kibarlığı ile dikkat çeken çiçeği burnunda Taşova Lisesi Türkçe öğretmeni Selcan Taş’ın harika sunumuyla gerçekleşmişti. Devlet erkânından Garnizon komutanı, Kaymakam, Belediye Başkanı İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlerinin, katılımlarıyla harika manzara eşliğinde şiir şöleni başlamıştı. Önce Halk ekibinin oyunları izlendikten sonra protokol konuşmacılarının ardından ancak birkaç şair arkadaşımız kürsüye gelerek şiirlerini okumuştu. İkinci bir programı olan Amasya Valisi Celalettin Lekesiz’in gelerek yaptığı anlamlı konuşmasında “BİZLER NE KADAR KİTAP OKUSAK, İLİM YAPSAK TA LAMBADA TİTREYEN ALEVİN ÜŞÜYECEĞİNİ ASLA ÖĞRENEMEYİZ. BUNU ANCAK ŞAİRLERDEN ÖĞRENİYORUZ” diyerek şairlere verdiği değeri anlatmıştı. Valinin ayrılmasından kısa süre sonra sicim gibi inen yağmur hepimizi gazinonun içine kaçırtmıştı. Programın, içerde yapılmasına karar verilip hazırlık aşamasında sıcak çaylarımızla ısınmaya çalışıyorduk. Yağmur damlalarının göle düşüşünün seyrine diyecek yoktu. Hazırlıkların bitimine az kalmıştı ki, Güneş açmış her taraf ışımıştı yeniden. Şölenin içeride yapılması kararı değişmedi tabiî ki... Biz de o güzel manzarada tekrar resimler çekerek fırsatı değerlendirmiştik bu arada.
Hazırlıklar tamamlandıktan sonra her şairin birer şiirini okumasıyla gerçekleşen şölen izlenmeye değerdi gerçekten. Hem mekânın manzarası hem yüreklerin samimi atışı, şiir ve konuşmaların kalitesi gurur vericiydi ülkemiz adına, kültür ve edebiyat adına…
Akşamüzeri teşekkür ve veda konuşmaları bu güzel anların bitişinin sesiydi. Kusursuz bir organizasyon sayesinde geçirdiğimiz iki gün içinde kaynaşıp dostluğumuzu pekiştirdiğimiz değerli arkadaşlarımızla teker teker vedalaşmaların ardından Ankara grubu olarak minibüsümüze binerek yolumuza revan olmuştuk. Amasya topraklarından geçerken eflatun renkleriyle bizi selamlayan haşhaş tarlaları hüzünlendirmişti beni. Seneye yeniden buluşmak nasip olacak mıydı bilemeydik ama bu iki günün tadı damağımızdan uzun bir süre gitmeyeceği bir gerçekti.
Benim için çok ehemmiyeti olan bu şölenin yıldönümüne on gün kaldı ve tekrarını yaşamak için günleri iple çekiyorum. Eminim ki tüm arkadaşlarımız aynı duygu içindeler.
17-mayıs 2010-istanbul ASUMAN SOYDAN
Dönüşümüzün ardından şiir şöleni hakkında düşüncelerimizi yazmamızı isteyen Ali Rıza Bey’e gruptan yazdığım yazı ve şiir aşağıdadır.
BİR EFSANEYDİN BORABOY
Değerli Yeşilvadi dostlarımla birlikte gerçekleştirdiğimiz CENNETTEN ÇALINMIŞ iki günün yaşanmasına vesile olan, çok değerli grup kurucumuz,Taşova ilçe milli eğitim müdürü MUHTEŞEM İNSAN Ali Rıza Atasoy Beyefendiy'e ve ekibinde yer alan değerli grubumuzun değerli yöneticilerine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum..ALLAH ONLARDAN BİN KERE RAZI OLSUN DİYORUM.. Sanalda ki dostlarımla yüz yüze tanışmak nasip oldu. Müthiş bir hazdı benim için..
Ankara’dan bir grup değerli arkadaşlarımla çok zevkli bir yolculuktan sonra kavuştuğumuz Taşova topraklarına hayranlığmı anlatmakta aciz kalıyorum.. sımsıcak dost yürekli insanların arasında mutluluğun doruklarına çıktık iki gün boyunca..
İnanılmaz bir doğa harikasının içinde, çok değerli dostlarla birlikte geçen her dakikanın bende bıraktığı etkiyi anlatmaya kelimelerin gücü asla yetemez. Rüya gibiydi, ben bu rüyadan uyanmak istemiyordum ama beni zorla uyandırdılar. Yeniden görmek istiyorum bu rüyayı Allahım! Gururluyum, onurluyum, mutluyum böyle bir ortamda bulunduğum için..
Tanışmaktan onur duyduğum çok değerli üstadımız Burhanettin Akdağ Beyefendi, uduyla,sesiyle,sözüyle bize unutulmaz saatler yaşattılar..Yine sazıyla ve sesiyle gecenin ilerleyen saatlerinde halk müziğimizin harika nameleriyle bizi ihya eden Mustafa Zorla Beyefendiyle uykumuzun geldiğini bile farkedemedik..Öyle hoş bir ruhsal sinerji vardı ki ben şahsen DÖRDÜNCÜ BOYUTTA GİBİYDİM..
O muhteşem ortamda,muhteşem topluluğun içinde çok şanslı olduğumu düşündüm.Sahip olduğum vatanımın ve milletimin üstünlüğünü birkez daha idrak ettim..Çünkü orası Türkiye topraklarının ve Türk milletinin özünü temsil ediyor gibiydi..Türk milletinin tüm hasletlerini orada birebir gördüm.Misafirperverlik,kadirşinaslık, dostluk,samimiyet,güleryüz,sevgi..Allahın güzellik adına yaratmış olduğu her şeyin bir nüvesini görebilirdiniz orda maddi ve manevi olarak..
Katılımıyla bizi onurlandıran değerli Amasya Valimizin konuşmasına da duyduğum hayranlığı söylemeden geçemeyeceğim..Vali bey sözlerinin arasında mealen hatırımda kaldığı kadarıyla demişti ki “BİZLER NE KADAR KİTAP OKUSAK, İLİM YAPSAK TA LAMBADA TİTREYEN ALEVİN ÜŞÜYECEĞİNİ ASLA ÖĞRENEMEYİZ.BUNU ANCAK ŞAİRLERDEN ÖĞRENİYORUZ” diyerek şair ve şiire verdiği değeri anlatması çok manidardı..
Kusursuz bir şekilde organize edilerek sunulan etkinlik programı her yönüyle dört dörtlüktü.
Bize bu duyguları yaşatan,emeği geçen tüm dost ve arkadaşlarıma sonsuz teşekkürlerimi birkez daha yineliyorum..Bu güzelliklerin nicelerinin yaşanmasını diliyorum..hepinizi çok ama çok seviyorum.İstanbul'dan özlem dolu selamlar..
25.Mayıs-2009-İstanbul- ASUMAN SOYDAN
BİR EFSANEYDİN BORABOY
Yağmur başka yağıyordu, Taşova'nın cennetine
Karadeniz tınısıydı türkü aktı yüreğime,
Mutlu gülen gözler vardı dostluk vardı, hizmet vardı
Ordan ayrılma vaktiydi hoş olmayan tek mesele
O cennetten ayrılırken şiirdi rengarenk haşhaş
Doluverdi gözlerime nedense buğulu telaş
Yarab! Cemalinin şavkı Boraboy’a da mı düştü?
Kerem, Aslı’nın yüzünde belki burayi görmüştü
Hayranlıkla nazar ettim o büyülü duruşuna
Ruhumun derin huzuru yeşilinde buluşuna
Şiirlerle, şuerayla onurlandım, gururlandım
Ulvileşen o ruhların sevgi ile coşuşuna
Bir efsaneydin Boraboy unutulamaz periydin
Yeşil ışıklı ruhunla vazgeçilmez sevgiliydin
Hatıratıma damganı vurarak geçtin Boraboy
Gönlüme yüce tahtını kurarak geçtin Boraboy
25.Mayıs-2009-İstanbul
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)